Makale Başlığı: Croce ve Estetik

Croce ve Estetik

Yazar: Unknown • Eklenme Tarihi: 26.11.2007 • Görüntüleme: 12.018

Özet:
Croce esetetik alanında, kişisel yaratıcılığın anlatımı olarak sanatsal sezgi görüşüyle felsefe çevrelerinde büyük yankı uyandıran bir düşünürdür.

Kelimeler:
Croce ve Estetik, felsefe, sanat

Croce esetetik alanında, kişisel yaratıcılığın anlatımı olarak sanatsal sezgi görüşüyle felsefe çevrelerinde büyük yankı uyandıran bir düşünürdür. Croce ruhun ya da bilincin tarih aracılığıyla güzellik, doğruluk, yararlılık ve ahlak olarak tedrici bir biçimde kendini aştığını, bazen yeniden yapılanarak bazen de bütünüyle başkalaşarak gelişim gösterdiğini ortaya koymuş ve bu anlamda açık bir biçimde Hegelci bir akıl yürütme çizgisinden yürümüştür.[1]

Croce, es­tetiği bir bilgi problemi olarak temellendirir. Bunu tamamen kendine özgü bir şekilde yapar ve daha önce sanat fenomenini bir bilgi problemi olarak temellendiren düşünür­lerden tamamen ayrılır. Bu ayrımın mahiyetini anlamak için estetik ile ilgili daha önce ileri sürülen düşünceleri gözden geçirmek gerekecektir.

Platon'a göre, idea'lar dünyası gerçek varlıktır. Sanatın taklit ettiği nesneler, aslında gerçek varlıklar olan ideaların gerçeklikten yoksun bulunan kopya­larıdır. Buna göre de sanatın ortaya koyduğu şeyler, kopyaların kopyaları olacaktır. O halde sanat, gerçeklik ile değil kopyalarla ilgilidir.[2] Platon’a göre sanatçı, gerçeğin kopyasını duyularıyla taklit eder. Sanatçı, sanıların dünyasıyla ilgilidir, oysa gerçekliğe akıl yoluyla varılır. Bu yüzden bir sanılar toplamı olan sanat doğruluktan yoksun bir bilgi olarak ortaya çıkar.[3]

Güzeli ve güzel sanatların doğasını inceleyen bir felsefe dalı olan estetiği bağımsız bir bilim olarak ilk ileri süren ve adlandıran Alman düşünürü Alexander Baumgarten'dir. Baumgarten, sıkı bir Leibnizci olarak bilinen hocası Chr. Wolff’un duyular ve düşünme ile ilgili düşüncelerindeki boşluklarını doldurmak amacıyla öncelikle duyu bilgisini araştırır. Zaten estetiğin bağımsız bir disiplin olarak ortaya çıkması da bu araştırmaların sonucunda olmuştur. Baumgarten bir yandan doğruluğun ölçütünü duyularda değil de düşüncede bulan ve doğru bilginin akla, zihne, düşünceye dayandığını savunan filozoflarla aynı düşünürken diğer yandan Descartes’in “açık ve seçik olarak kavranan her şey doğrudur” savından hareketle bilgiyi salt kavramsal bilgiyle sınırlandırıp duyusal ya da algısal bilgiyi tümüyle yok sayanları da eleştirmiştir.[4] Görüldüğü gibi Baumgarten’in verdiği anlamda estetik, duyusal bilginin bilimidir ve buradan hareketle estetiğin konusu duyusal yetkinliktir.

Baumgarten, “estetik” terimini, akılla verilen bilgiyi ele alan mantığa karşı, güzeli ve güzelin artistik biçimleri içinde tasvirini ele alan duyumsal bilgiyi belirtmek için kullanır.[5] Es­tetiği duyulur bilginin bilimi olarak tanımlayan Baumgarten duyuların, açık veya seçik şeyle­rin altında bulunan tasavvurlar bütünü olduğunu ileri sürer. Estetik, açık ve seçik ol­mayan bir bilginin bilimi olarak tanım­landığına göre, açıklık ve seçiklik estetik bilginin ölçüsü değildir; açıklık ve seçiklik, zihni bilginin ölçüsüdür. Mantık, açık ve seçik olanın bilgisidir. Buna karşın estetik bilginin özelliği, açık ve seçik olmak değil, tersine, açık ve seçik olmama, yani bulanık olmadır. Baumgarten'a göre, böyle duyusal tasavvurları araştıracak bir bilimin varlığı zorunludur. Böyle bir bilim estetik olacaktır. Estetik, Baumgarten'e göre, bir çeşit bir mantıktır, onun deyimi ile «mantığın küçük kız kardeşidir».[6] Her ikisi de yetkin bilgiyi, hakikati bulmak ister. Biri zihni bilginin yetkinliğine, öbürü duyulur bilginin yetkinliğine ulaşmak ister. Yetkin bilgi, doğru bilgidir. Gerek mantığın, gerekse estetiğin amacı, bu yetkin bilgiye yani hakikate ulaşmaktır. Yetkin bilgi, yalnız mantığın değil, aynı zamanda estetiğin de amacıdır.[7]

Mantığın “küçük kız kardeşi” olan estetik, güzelliği yani duyusal yetkinliği kendine konu olarak alır, güzellik üzerinde düşünür, onun ne olduğunu araştırır. Mantığın düşünsel bilginin yetkinliğini, hakikati araştırmasına paralel olarak, estetik de, duyusal bilginin doğruluğunu, yani güzelliği araştırır. Buna göre, güzellik, duyulur bilginin doğruluğu olduğu gibi estetik de, duyulur bilginin mantığı olarak düşünülür. Bu yüzden A.G. Baumgarten, estetik fenomenin insanın duyusallığına dayandığını gördüğü için bu bilime estetik adını vermiştir. Daha sonraları Croce tarafından estetik biliminin, Baumgarten’den önce, bir İtalyan filozofu olan Giovanni Battista Vico tarafından kurulduğu ileri sürülse de Croce’nin bu savı, belli bir yankı ve ilgi görmemiş, estetik biliminin kurucusu ve aynı zamanda isim-babası olarak Baumgarten geçerliğini korumuştur. Bugün artık bu konudaki tartışmalar da sona ermiş, hem estetik sözcüğü bu bilimin adı olarak varlığını korumuş hem de Baumgarten, bu bilimin kurucusu olarak kabul edilmiştir.

Croce’nin felsefesi mutlak idealist bir çizgide gelişir. Bu felsefi sistem, “dünya ruhu”nun gelişme ve ilerlemesinde dört aşama olduğunu ileri sürer: Estetik aşama, mantıksal aşama, ekonomik aşama ve ahlaki aşama.[8] Croce felsefesinin çıkış nok­tası tin kavramıdır. Tin, temel varlıktır, hakiki gerçekliktir. Tinin özü varlıktır, gerçekliktir. Fakat, tin, olmuş bitmiş bir gerçekliği göstermez, aksine tin, hayat gibi canlı bir sü­reçtir, bir gelişmedir. Tin, eylem, etkinlik demektir. Sürekli bir et­kinlik olarak kavranan tinin teorik ve pratik etkinlik olmak üzere iki yönü vardır. Teorik etkinlik, bilme etkinliği halinde ortaya çıkarken pratik etkinlik, isteme etkinliği olarak belirir.[9]

Teorik etkinlik, bilme etkinliği olarak bir yandan bir sezgisel bilmeyi, ifade'yi gösterir, öbür yandan da zihinsel, kavramsal bilmeyi gösterir. Pratik etkinlik de, aynı şekilde bir yanıyla ekonomik etkinliği, bir yanıyla da moral etkinliği gösterir. Sezgi, ifade, ekonomik etkinlik ve moralden oluşan bu dört eleman, somut olarak birbirileriyle, her birisi kendinden önce gelene dayanmak suretiyle bağlıdır. Kavram ifade olmaksızın var olamaz; faydalı, kavram ve ifade olmaksızın olamaz ve ahlâk da kendinden önce gelen diğer üç basamak olmadan var olamaz.[10] Gerçek varlık ve gerçeklik olan tin, bu dört etkinlik biçimi içinde oluşur ve gelişir.

Croce'ye göre, bilgi iki şekle sahiptir: Bilgi sezgi bilgisi olabileceği gibi mantık bilgisi de olabilir. Bilgi fan­taziden doğan bir bilgi olabileceği gibi zihinden de doğabilir. Bireysel olanın bilgisi de olabilir, tümel olanın da. Bilgi ya tek tek nesnelerin bilgisidir veya onların bir­birileri ile olan ilgilerinin bilgisidir. Bundan başka bilgi, bütünüyle ya imgeleri meydana getirir ya da kavramları.[11]

Görüldüğü üzere Croce, estetiğin konusu olarak, tümel bir varlık alanı olan ‘sezgi’ kavramı üzerinde durmaktadır. Sezgi, kavramsal bilgiden önce gelen, onun temelini oluşturan, bize bireysel olanı veren en yalın bir bilme biçimidir. Sezgi doğrudan doğruya sezgiye dayanan bir bilgi olup, kavramsal bilgiden tamamen bağımsızdır. Ve gündelik hayatta devamlı olarak sezgi bilgisine dayanılır.[12] Sezgi bilgisi, gerçek hayatın içinde doğan, gündelik yaşantılarımız içinde oluşan bir bilgidir.[13]

Croce'ye göre, sezgi kendine özgü bir bilme yetisi olup, o hem algıdan hem de duyum ve tasavvurdan farklıdır. Belli bir açıdan sezgi ile algı birbiri ile örtüşse de nihai anlamda aralarında tam bir örtüşme söz konusu değildir. Algı, gerçeklik ile ilgili olduğu halde, sezgi gerçeklik ile ilgili olabilir ya da olmayabilir.[14] Kısacası Croce’ye göre, tinsel bir etkinlik olan sezgi kavramdan, kavramın zihni bir etkinlik olması ile; duyum ve tasavvurdan da, duyum ve tasavvurun eylemsizliğe, maddeye dayanmaları ile; algıdan da, algının gerçeklikle zorunlu olarak bağlı olması ile ayrılır.[15]

Croce estetik anlayışını daha önce ifade edildiği gibi tin üzerinden kalkarak temellendirir. Sezgide tin, izlenimlere, duyum ve duygulara biçim verir, böylece de onları maddeden, eylemsizlikten kurtarır. Tin, bu anlamda bir biçim verme varlığı ve prensibidir. Sezgi ile bilmek izlenim ve duyguları dışlaştırmak, onlara biçim vermektir, izlenim ve duy­guları «ruhun karanlık ülkesinden çıkarmak», kurtarmak demek­tir. Kısacası, sezgi ile bilmek, bir şeyi ifade haline getirmek, objek­tifleştirmektir. Bu bakımdan dışlaştırmak, ifade etmek, zorunlu ola­rak sezgisel bilme ile aynı anlama gelir. «Bu bilgi olayında sezgiyi ifadeden ayırmak imkânsızdır. Sezgi ifadeyle beraber doğar, zira, sezgi ve ifade iki ayrı şey değil, tersine bir ve aynı şeydir.»[16] 0 halde buradan şu çıkar ki, «sezgi ile bilmek ifade etmektir ve ifade etmekten başka bir şey değildir.»[17]

Croce sanat dünyasının biçimlendirmenin örnekleri olduğunu belirtir ve sanat eserlerini sezgi bil­gisi için örnek olarak göstererek ve sanat eserlerine sezgi bilgisi açısından yorumlayarak sezgi veya ifade bilgisini estetik veya sanat olgusu ile aynileştirir.[18] Croce sanatı genel sezgi bilgisine bağlar ve bu onun estetik ile ilgili düşüncelerinin en orijinal ve en temel niteliliğini oluşturur.[19] Genel sezgiden apayrı bir sanat sezgisi yoktur. O zamana dek günlük hayattan ve günlük sezgilerden, hayat gerçeğinden bağımsız, kendine özgü bir etkinlik alanı ola­rak düşünülen sanat, Croce ile birlikte gündelik sezgi bilgisine bağlanmış ve böylece sanat gündelik hayat gerçeğinin içine sokulmuş olmaktadır.[20] Croce bunu şöyle ifade eder: «…bir sanat sezgisi bilimi yanında bir gündelik sezgi bilimi yoktur; tersine, estetik ve sanat olgusunun kendisinden ibaret olduğu sezgi veya ifade bilgisinin bilimi olarak sadece ve yalnız biricik bir estetik vardır.»[21] Aynı şekilde estetik bilimi de bütün bu sezgileri inceleyen tek bir bilim olarak bilimler arasında yerini alır.

Kısacası Croce, duyular yoluyla elde edilen imajlarda dile gelen bireysel olanın sezgici bilgisi olarak gördüğü sanatı, geneli bilmemizi sağlayan rasyonel bir süreç olarak gördüğü mantıksal düşünüşün karşısına çıkarmaktadır.[22]

Çağdaş estetik teorisi açısından bakıldığında Croce'nin ulaştığı bu sonuç, önemli bir sonuçtur. Zira estetik Croce’ye göre kökü gündelik hayat sezgileri içine girmiş bulunan temel bir etkinliktir. Croce bu görüşleriyle Platon ve Baumgarten'dan önemli ölçüde ayrılır. Platon'da doğruluktan yok­sun, aldatıcı bir duyusal bilgi ve Baumgarten'da aşağı bir bilgi olan estetik Croce tarafından mantık karşısındaki zayıf durumundan kurtarılarak gündelik hayatın içine sokulur ve en yüksek sanat bilgisi olarak temellendirilir. Böyle bir te­mellendirme içinde estetik, üst düzeyde bir etkinlik olmaktan çıkar, günde­lik hayatın içinde kökleşen bir ana bilim olur.[23]

Croce’nin en önemli tezi sezgi ile ifadeyi bir tutmasıdır. Croce’de sanat felsefesi gerçekte bir dil felsefesidir. Zira en önemli kitabının ismi de “İfade bilimi ve genel dilbilim olarak estetik”tir. Croce’de sanatın yaratılması sürecinde sezgi, ifadeye yani dile dönüşen bir sezgidir. Dolayısıyla her sezgi aynı zamanda bir ifadedir. Croce sezgiyi tikel bir kavram olarak alır. Çünkü sanatın konusu tikeldir. Sezgi, kavramsal bilgiden önce gelen, onun temelini oluşturan, bireysel olanı veren bir olgudur. Sezgi, yukarıda da değinildiği gibi algısal olan gerçekliği verdiği gibi, onun da üstüne çıkararak hayali olanı da verir.[24]

Estetik'i genel ve temel bir sezgi bilimi olarak ortaya koyan Croce, sanat ve sanatçı açısından da bir takım önemli değerlendirmelerde bulunur. Gündelik insan ile sanatçı arasında mahiyet farkı vardır. Ancak deha sahibi kimseler olarak değerlendirilen sanatçılar kendilerinde sanat sezgisi bulunması yönüyle diğer insanlardan ayrılırlar. Fakat bu, büyütülmemesi gereken bir durumdur Croce’ye göre. Zira deha gökten inmemiştir. Sanat sez­gisi gibi sanatçı dehası da insanidir, bütün insanlar için ortak bir insani temele dayanır. Croce sanat dehası için, insani temelin dışında tan­rısal bir temel aramaz, böyle bir şey sanatın değerini yüceltmeyeceği gibi, sanat­çıyı da yüceltmeyecektir.[25] Sanatın ve sanatçının insanileştiril­mesi bir hümanizmi gösterir. Bu kapsamda Croce’nin estetik teorisi, bir bakıma burjuva sanat eleştirilerine de sağlam bir yön çizmiştir. Sanatı toplumun gündelik yaşantısından koparmayan ve sanatçı dehasını yücelten yaklaşımı eleştiren Croce sanat dünyasında tartışmalara yol açmıştır.[26] Görüldüğü üzere Croce, geleneksel estetiğe karşıdır ve sadece “güzelin bilimi” olarak ifade edilen estetiğin insan yaşamını toplumla ilgili olamayan fildişi kulede kalmaya mahkum ettiğini iddia eder.

Croce sanat eserini, sanatçının kendi yaratıcı gücü, yeteneği ve coşkusunun oluşturduğu estetik obje olarak değerlendirir. Doğa kendi başına güzel değildir. Nesneler dünyası tinsellikten yoksun, bir madde dünyasıdır. Yaratma, sanatçının algıladığı maddi varlığa duygu, düşünce ve hayal gücünü katması demektir. Bir sanat eseri, sanatçının kendinden kattığı değerlerle anlam kazanır. Maddi varlığı böyle tinselleştirmek, maddeye biçim vermek demektir. Biçim kazanmış, tinsellik kazanmış maddi varlık artık maddi varlık olmaktan çıkar ve bir sanat eseri olur. Ölümlü olan madde, tinselleşince, biçim alıp bir sanat eseri haline gelince, ölümsüzleşir. Sanat eseri bir kere oluşan bir üründür. Bu nedenle sanat eseri özgündür, ikinci örneği yoktur. Sanat mükemmel olanı arama etkinliğidir. Sanatçı bu etkinliğinde doğadan taklit yoluyla yararlanamaz. Çünkü doğa mükemmellikten yoksundur. Öyle ise sanatçı hayal gücünü ve yeteneklerini kullanarak sanat eserini ortaya çıkarmalıdır. Croce sanatı, insan etkinliklerinin en özgür olanı olarak görür. Sanatçının hammadde olarak almış olduğu izlenimleri birleştirerek, ayıklayarak bir senteze ulaştırması sanattır. Sanatçı, bu sentezi ruhunda oluşan estetik sezişle ifade eder. Bu ifade ediş tekil olarak ve bir kerecik sezgisel olarak gerçekleşir.

Croce, ortak estetik yargıların varlığını reddeden bir düşünürdür. İnsanların estetik yargıları arasında her zaman bir uzlaşma olamayacağını iddia eder. Croce'ye göre, sanat eserleri üstüne verilen yargılar, ortak yargılar niteliğinde değildir. Çünkü, sanat eserleri sanatçının ruhunda bir an için meydana gelen bir ifadenin (güzelliğin) maddi görünüşleridir. Sanat adına ortaya konan her ifade tarzı bireysel bir nitelik taşır. Bu nedenle herkesin bu ifade biçimi karşısındaki değerlendirmesi farklı olabilir. Öyleyse ortak estetik yargı olamaz. Estetik yargılarda beğeni ve kültür bakımından farklı algılamalar olabileceği gibi, insanların psikolojik yönden farklı olmalarından dolayı da farklı algılamalar olacaktır. Sanat eseri ruhsal edinimdir. Yani sanat eseri bir öznel yaşantının bir ürünüdür. Sanat eserine bakan kişide aynı şekilde öznel bir yaşantı sonucu bu esere bakacaktır.[27]

Çoğu eleştirmen bir sanat yapıtının özetlenemeyeceğini, başat sözcüklere çevrilemeyeceğini savunur. Croce’ye göre, bir sanat eserinin anlamı, başka bir şekilde ifadesi mümkün olmayan özelliklerinde gizlidir. Anlam, seçilmiş ve belli bir düzene göre sıralanmış duyusal özelliklerde yatmaktadır. Bunlar özetlenmeye kalkıldığında sanat eseri ortadan kalkar.[28] Bu anlamıyla dolaysız bir bilgi biçimi olan sanat, edilgenliği değil etkinliği, dışsallığı değil içselliği yakalar.”[29] Yakalanan bu içselliğin dışa vurulmasıyla da sanat eseri ortaya çıkar.

Croce’ye göre “yaratma” eylemi izlenimlerle başlar. Doğaya, hayata, topluma ait bu izlenimler zihin için birer hammaddedir. Daha sonra ruhsal ve estetik sentez dönemi başlar. Bu basamakta ruh ya da zihin izlenimler arasında bir ayıklama yapar ve bunun sonucunda “ifade” ortaya çıkar. Asıl yaratma ifadede yoğunlaşır. İfade ya da anlatım, sanatçının ruhunda veya zihninde meydana gelen bir estetik fenomendir. Daha sonra hedonist eşlik basamağına geçirilir. Burada ifadeye, haz duygusu eşlik eder. En son aşamada ise estetik olgunun fizik fenomenlere, yani dile aktarılması gerçekleşir.[30]

Croce, sanat yapıtındaki anlamın yalnızca okurun ya da seyircinin ona yüklediği bir anlam olmadığını ileri sürer. Sanat yapıtının kendisi, bir insan ürünü olduğu için, belli bir amaçlılık taşıdığı için anlamlıdır. Bir sanat eserinin ifade ettiği anlamı kesin bir dille ifade etmeye kalktığımızda geriye yine de ifade edilemeyen, dışarıda kalan, yorumlanamayan bir yan kalır. Sanatın doğayı andıran söze gelmeyen dilsiz yanıdır bu. Sanat hem bir gerçekliği temsil eder, canlandırır hem de insan duygularını dile getirir, dışa vurur. Croce’ye göre sanatın asıl işlevi dışavurum ya da anlatımdır. Croce için sanat "sezgici bir etkinlik" ve güzelliği, mutluluk veren bir ifadeyi dile getirir. Sanat yapıtı ise, içten gelenin ifadeye dökülmesidir. İçten gelenin bir yeniden-yapımı olan bu ifadenin kendisi, seyreden (estetik süje) için duygu-uyandırıcı bir obje olma işlevi taşır. Bu yüzden sanat yapıtı, hiçbir şekilde bir şeyin, bir izlenim ya da etkilenimin taklidi değildir; tam tersine o, bizzat bir ifade, dışa vurulmuş bir şey (bu anlamda; artık tinsel bir nesnellik kazanmış şey) olarak, en bireysel bir gerçeklik taşır.[31] Buradan hareketle, sanat bizi doğrudan doğruya özel kişiye, biricik olguya, somut birey biçiminde sezgi yoluyla algılanan felsefi evrensele götürür.[32]


Dipnotlar:
[1] A.Güçlü, E. Uzun, S.Uzun, Ü.H.Yolsal, Felsefe Sözlüğü, Ayrıntı yay., s.308 vd.
[2] Platon, Devlet, 596 d, e., Remzi Kitabevi, s. 282-283.
[3] Bkz. İ. Tunalı, Grek Estetiği. Remzi Kitapevi, III. Baskı, 1983.
[4] A.Güçlü, E. Uzun, S.Uzun, Ü.H.Yolsal, a.g.e., s.181 vd.
[5] M. Rosenthal, P. Yudin, Felsefe Sözlüğü, (çev. Enver Aytekin, Aziz Çalışlar), Sosyal yay., 1972, s. 52.
[6] A.Güçlü, E. Uzun, S.Uzun, Ü.H.Yolsal, a.g.e., s.181.
[7] İsmail Tunalı, B. Croce Estetik’ine Giriş, Remzi Kitabevi, 1983., s. 19.
[8] M. Rosenthal, P. Yudin, a.g.e., s.82.
[9] İsmail Tunalı, a.g.e., s. 19 vd.
[10] İsmail Tunalı, a.g.e., s. 20.
[11] İsmail Tunalı, a.g.e., s. 21.
[12] İsmail Tunalı, a.g.e., s. 21.
[13] İsmail Tunalı, a.g.e., s. 21.
[14] İsmail Tunalı, a.g.e., s. 22.
[15] İsmail Tunalı, a.g.e., s. 22 vd.
[16] İsmail Tunalı, a.g.e., s. 24.
[17] İsmail Tunalı, a.g.e., s. 25.
[18] İsmail Tunalı, a.g.e., s. 26.
[19] İsmail Tunalı, a.g.e., s. 26.
[20] İsmail Tunalı, a.g.e., s. 27.
[21] B İsmail Tunalı, a.g.e., s. 27.
[22] M. Rosenthal, P. Yudin, a.g.e., s.82.
[23] İsmail Tunalı, a.g.e., s. 27.
[24] İhsan Turgut, Sanat Felsefesi, 1993, Üniversite Kitabevi, s.44.
[25] İsmail Tunalı, a.g.e., s. 27.
[26] M. Rosenthal, P. Yudin, a.g.e., s.82.
[27] Bkz. Tahir M. Ceylan, Fotograf, Estetik Ve Görüntü Üzerine Denemeler. İfsak yay., 1988.
[28] Huisman Denis, Estetik, (Çev: Cem Muhtaroğlu), İletişim Yayınları, 1992, s. 41-49.
[29] Bedreddin Cömert, Croce’nin Estetiği , Kült. Bak. Yay. 1979 s. 53.
[30] İhsan Turgut, a.g.e., s. 43.
[31] Bkz. Ivo Frenzel, Günümüzde Felsefe Disiplinleri-Estetik, (çev.: Doğan Özlem), Ara Yayıncılık, 1990.
[32] Will Durant, Felsefenin Öyküsü, (çev. Ender Gürol), İz yayıncılık, 2002.