Makaleler Makale ve Araştırmalar Denemeler Naturalist Tavır - Kavramsal Tavır
Makale Başlığı: Naturalist Tavır - Kavramsal Tavır

Naturalist Tavır - Kavramsal Tavır

Yazar: Yrd.Doç.Dr.Özand Gönülal • Eklenme Tarihi: 08.06.2009 • Görüntüleme: 4.087

Özet:
Sanata ilişkin yaratma süreçlerinde doğaya bağlılıktan kaynaklanan naturalist tavır, Milattan önce 40.000 yıllarından itibaren mağara duvarlarına yapılan resimlerde görülmektedir. O resimlere baktığımızda doğaya ilişkin unsurların olabildiğince gerçeği yansıtacak şekilde yapıldığını görmekteyiz

Kelimeler:
sanat, Naturalist Tavır - Kavramsal Tavır, natüralizm, doğalcılık, kavramsal, kavramsal sanat, sanat akımı, sanat tavrı, sanatçı tavrı, kavram

NATURALİST TAVIR – KAVRAMSAL TAVIR

Sanata ilişkin yaratma süreçlerinde doğaya bağlılıktan kaynaklanan naturalist tavır, Milattan önce 40.000 yıllarından itibaren mağara duvarlarına yapılan resimlerde görülmektedir. O resimlere baktığımızda doğaya ilişkin unsurların olabildiğince gerçeği yansıtacak şekilde yapıldığını görmekteyiz. Doğaya bağlılık resim yapan biri için vazgeçilmezliğin başında gelmektedir. Aslında bu Aristo’nun da ifade ettiği gibi doğayı taklitten başka bir şey değildir. Aristo’nun bu düşüncesine neden olan ressam ve heykeltıraşların doğada gördüklerini kendilerince gerçeğe uygun olarak taklit etmelerinden kaynaklanıyordu. Mezopotamya ve Mısır’da yapılan resim ve heykellerde doğa gerçekliğini birebir yansıtma çabası dinsel anlayışın gereklilikleriyle gölgede kalırken, Yunan klasik döneminde ise tam aksine dinsel gereklilik dolayısıyla başarıya ulaşmaktadır. İnsan varlığının sahip olduğu kendi biçimini tanrılarına layık gören yunanlılar, klasik dönemde tanrılarına değer insan formunu biçimleyebilmek için “altın oran” olarak adlandırılan sistemle ideal forma ulaşmayı başarmışlardır. Bu başarı aslında doğaya ne kadar yaklaştığı ile ilişkin olarak derecelenmektedir.

Ortaçağ boyunca doğa gerçeğine yaklaşım düşüncesinin kaybedilmesinin nedeni, skolastik anlayışla tanrısal ve dinsel kavramların insan varlığından daha önemli bir değere sahip olmasından kaynaklanmaktadır. Rönesans’la birlikte yeniden değer kazanan insan varlığı, parçası olduğu doğanın gerçeğini yakalama düşüncesini yeniden canlandırmıştır. Bu dönem natüralist tavrın temellendiği doğa gerçeğini yakalama yolundaki çabanın en üst düzeye çıktığı dönemdir. Böylece doğaya ait objeler tüm açıklığı ile sergilenmeye çalışılmıştır. Özellikle resimde, iki boyutta doğanın üçüncü boyutunu yakalama düşüncesi perspektifi, lekesel değerlerle kazandırılan algılanabilir boyutundan çıkartıp, matematiksel çözümlemeli bir sistem haline dönüşmesini sağlamıştır. Bu gelişim süreci içerisinde ilk adım Giotto tarafından atılmıştır. Rönesans üslubu boyunca önce figüratif perspektif, arkasından mimari perspektif, uzay perspektifi (boşluk perspektifi) ve daha sonra optik perspektif geliştirilmiştir. Böylece iki boyuttan üç boyuta, hayal dünyasından doğa gerçeğine yönelim geliştirilmiştir.

Doğanın önemli bir parçası olan ışık, Rönesans’ta bir araç olarak kullanılırken, Barok üslupta bir amaç haline dönüşmüştür. Aslında temel amaç ışığa ulaşmak değil, doğa gerçeğine ait ışığı resimsel dile dahil edebilmek olmuştur. Bunun yanında Barok üslup optik yaklaşımların sergilendiği bir dönem olmuştur. Leonardo da Vinci’nin suffumato tekniği ile sergilediği bu optik anlayış, Barok dönemde camera obscura’nın kullanılmasıyla, doğa gerçeğine uygun bir biçimde gözün algılaması yansıtılmaya çalışılmıştır. Daha sonraları fotoğrafa ait bir özellik olan netlik derinliği, yani gözün optik yapısından kaynaklı olarak ön plandaki objeleri net, uzaktaki nesnelerin fluğlaştırılması gerçekleşmiştir.

Doğaya bağlılık Klasizm, Romantizm ve Realizm’de de sürmüştür. Rönesans’tan itibaren önemli bir ivme kazanan natüralist tavır, Empresyonizm ile birlikte göz duyarlılığına dayanan yeni bir kulvara oturmuştur. Doğaya ilişkin tasarımları şartlanmışlığa dayanan bilgilerden kurtararak doğrudan gözleme dayalı elde edilen bilgilerden hareketle tasarımlarını gerçekleştiren ressamlar, yeni bir doğa gerçekliği anlayışını sergiliyorlardı. Doğanın karşısına geçen ressam, gözün o an için gördüğünü doğrudan tuvale aktarıyordu. Böylece, doğaya ilişkin nesnelere ait insan varlığının şartlanmışlıkları değişmeye başlıyordu. Yani yaprak yeşil olmaktan, gökyüzü ve su mavi olmaktan çıkıyordu. Ancak diğer taraftan resimsel algılamada, insan varlığının doğaya ait bilgilerini kullanmaya devam ediyorlardı. Tuval yüzeyine atılan birkaç fırça vuruşuyla figürler oluşturuluyor, gerçekte olmayan figürler insan varlığının algı dünyasına bırakılıyordu. Bunun yanında optik algılama özellikleri kullanılarak, renkler palette karıştırılmaktan vazgeçiliyor, bunun yerine ana renk tuşları tuval üzerinde yan yana getirilerek istenilen renk algılattırılmaya çalışılıyordu. Daha sonraları ofset baskı tekniğinin de temelini oluşturacak bu teknikte, eğer yeşil renk elde edilecekse mavi ve sarının palette karıştırılmasıyla değil, tuval üzerinde yan yana getirilmesiyle algılattırılmaya çalışılıyordu.

Tüm bu çabalar natüralist tavrın sınırlarını aşamamıştır. Ancak Cezanne’nın 1904’te Emil Bernard’a yazdığı mektupta sergilediği, doğaya ilişkin nesnelere ait yapısal fark ediş ifadesiyle “doğada her şeyin küre, koni ve silindire uygun biçimlenmiştir” söylemi, bu konudaki değişimin ilk adımı olmuştur. Bu fark ediş süreç içerisinde devingenlik ve eş zamanlılık anlayışı ile nesneden hareketle kavrama ulaşma düşüncesinin yolunu açmıştır. Juan Gris’in “çivi kavramı olmadan çivi bile yapamam” sözü Aristo’nun doğa taklidinden, Platon’un idealar öğretisine yönelişi gerçekleştiriyordu. Platon’un mağara teorisinde, insanların bir mağaranın duvarına yansıyan görüntüleri gerçek sanması, Juan Gris’in düşünsel temelindeki kavram’a ulaşma isteğini tetikliyordu.

Natüralist tavır çerçevesinde, mağara duvarına resim yapan ressamdan, Kübizm’e kadar geçen süreç içerisinde ressamlar, doğaya ilişkin nesnelerin kendisini değil, sadece baktıkları açıdan gördükleri görüntüleri yapıyorlardı. Yani ağaç resmi çizen bir ressam aslında ağacı değil, o ağacın kendi baktığı yönden görüntüsünü yapıyordu. Ancak eş zamanlılık teorisinden hareketle aynı anda o nesnenin diğer açılardan görüntüleri de vardı. Ancak onlar da tuvale yansıtılırsa belki ağaç kavram olarak kompozisyonun içinde var olabilirdi.

Nesnenin kavram boyutunda algılanabilirliği, salt görüntü bilgisinden hareketle değil, o nesneye ilişkin yaşamsal bilgilerin de dahil olmasıyla gerçekleşebilir. Bu nedenle kübist ressamlar, kompozisyonlarında yer alan objelerin çok değişik açılardan görüntülerini aynı objeyi tasarlamak için de kullanmışladır. Dolayısıyla nesneye ilişkin kavramı yaratmaya çalışmışlardır. Böylece, Kübizm’le birlikte natüralist tavrın sınırları aşılarak kavramsal tavra ait sanata ilişkin yaratma süreçlerine girilmiştir.