Makaleler Makale ve Araştırmalar Köşe Yazıları Osmanlıdan Günümüze Türk Edebiyatında ‘Erkeklik’ Bilgisi
Makale Başlığı: Osmanlıdan Günümüze Türk Edebiyatında ‘Erkeklik’ Bilgisi

Osmanlıdan Günümüze Türk Edebiyatında ‘Erkeklik’ Bilgisi

Yazar: A. Ömer Türkeş • Eklenme Tarihi: 19.02.2014 • Görüntüleme: 3.559

Özet:
Romanlardaki erkek tiplerinin ortak yazgısı mutsuzluktur. Osmanlı erkeği çıldırır ya da ölür, Cumhuriyet’in sorumlu yurttaşı yada Kemalist aydın devrimin önündeki engellere takılır, devrimci kahramanın akibeti ölüm, işkence ve hapishanedir, yeni erkek tipleri ise rekabetçi toplumda terkedilmişliğin yalnızlığı içerisindedir.

Kelimeler:
roman, erkek, türk edebiyatı, erkek kimliği, osmanlı dönemi, kemalist, Ayşe Saraçgil, erkeğin toplumsal rolü, cumhuriyet erkeği, Reşat Nuri, Peyami Safa, Salahaddin Enis, Yakup Kadri, Aka Gündüz, M. Ş. Esendal

Son yıllarda artan 'kadın' konulu romanlarda kadınların iç dünyasını deşmeye soyunan yazarlar, kadınlara ilişkin 'batıni' sırların derin bilgisine sahipmiş gibi dururlarken, ağırlıklı olarak büyük kentlerde yaşayan üst orta sınıftan eğitimli ama mutlaka da 'arızalı' kadın tiplerinin 'kadınlık' durumlarını işliyorlar. Kuşkusuz sorunlu erkek kahramanlar da var romanımızda ama onların sorunları 'erkeklik' durumları başlığı altında değil, toplumsal meseleler etrafında dillendiriliyor. Oysa "Kadın diye bir şey yoktur," derken Lacan, kadınların her birinin kendi özgüllüğü içerisinde varolduğu, buna karşılık erkeğin evrensel bir kavramla açıklanabileceğine işaret ediyordu. Ve 'ataerkil' ideoloji, kadını 'kendinde şey' olarak içkinlikle, maddeyle, bedenle, doğayla; erkeği ise 'kendisi için şey' olarak aşkınlıkla, bilinçle, ruhla, uygarlıkla özdeşleştirerek, tarif ederek erkeğin 'özne'liğini güvence altına alıyordu.

Verili erkek kimliği

Işte sorun tam da bu evrensellikten, daimi 'özne'lik halinden kaynaklanıyor; kendisini kendi iktidar diliyle tarif eden erkek ya da erkek ideolojisi ile donanmış kadın için erkeklik o kadar verili ve normal, o kadar doğal ve bildik bir kavram ki, pek az sosyal bilimcinin ya da yazarın ilgi alanına giriyor. Onurlu, güçlü, ağır başlı, akılcı, başarılı, baba, vb. özellikleri ile anılan erkeklerin kimliklerine bir kader gibi yazılmış rollerini oynarlarken, kendilerini hem topluma hem kadınlara karşı sürekli ispatlamak zorunda kalırlarken, mertlik gereği cepheye sürülüp baba olup ev geçindirirlerken neler düşündükleri, neler hissettikleri, kendileriyle nasıl hesaplaştıkları, ne tür acılar çektikleri, verili erkek kimliği üzerinden hemen hiç sorgulanmıyor.
Burada söz konusu ettiğimiz erkekliğin biyolojik tanımı değil elbette; içini tarihsel  toplumsal  kültürel belirlenmişliğiyle davranış kalıplarının, karmaşık simgelerin ve mitolojiden modern romanlara kadar yayılmış yerleşik anlatımların doldurduğu ruhsal olarak içselleştirilmiş bir kavram olarak erkeklikten söz ediyoruz. Evrensel demiştim, ama tarihsel, toplumsal ve kültürel belirlenmişlik coğrafyadan coğrafyaya, dilden dile, ülkeden ülkeye değişen erkeklik hallerinin varlığını da işaret ediyor. Ben de, bu yazıya sığdırabildiğim kadarıyla bize özgü erkeklik hallerinin Türk romanında dışa vurulan karakteristikleri üzerinde durmaya çalışacağım.

"Bukalemun Erkek"

Romanları gözden geçirirken Ayşe Saraçgil'in Iletişim Yayınları'nca bu ay içerisinde kitaplaştırılacak olan "Bukalemun Erkek" incelemesinden yararlandığımı belirtmeliyim. Saraçgil'in, Türk toplumunda ataerkil sistemin izlerini roman örnekleri üzerinden sürdüğü dikkate değer çalışmasında belirttiği gibi, 'romansal kurgulamada gerçeğin temsili, belirli bir tarihi dönem ve kültürel sisteme yerleştirilmiş yazarların duygu ve fikirlerine göre gerçekleşen bir tür toplumsal alegoriyi dile getiriyor'.
Toplumsal bir kurgu olan erkekliğin bu kurgunun bulanıklaştığı, bunalıma girdiği, imkansızlığının anlaşıldığı anlardakurgusal metinlere, yani romanlara yansıması karmaşık bir süreçtir. Gerçeklikte geleneksel rolünü artık oynayamamanın yarattığı rahatsızlık, mevcut 'gerçeklikten daha fazla gerçek olan' bir erkek fantazyası yaratmakla sonuçlanır. Bu türden kurgusal metinler 'yoğunlaşmanın, yer değiştirmenin, pek çok figürün tek bir figürde birleştiği bileşik temsilcilerin olduğu; ters çevirme, karşıtına dönüştürme, ekonomi ve sansür mantığının işlediği metinler olarak okunmalıdır'. Ve bu türden metinler için duygulu, kırılgan, pasif ama hepsinden önemlisi yetim kalmış erkek kahramanların trajik hikayeleri ile açılan Osmanlı  Türk romanı çarpıcı bir örnektir.

Kırılgan Osmanlı erkeği

Peki ne olmuştu da şu ünlü Osmanlı erkeği günümüzde bile alay konusu edilen 'light' erkek figürüne dönüşüvermişti? Şaşırmış ve korkmuştu; devlet / baba otoritesinin yitirildiği, modernleşme sancılarının yaşandığı, ataerkil yapıların çözüldüğü ve kadın erkek kimliklerinin yeniden tanımlandığı çöküş döneminde ilk ürünlerini veren Osmanlı aydınlarının gerilimli ruh halleriydi romana yansıyan. Bu romanlarda kadınlar kadar erkeklerin de aşık olması; erkeklerin asıl ilgi alanı olan kamusal ve siyasal dünyanın yerini mahrem hayatın doldurması, erkeklerin kadınların isteklerini cevaplayabilecek duygu, bilgi ve becerileri; 'erkekliğin, kadın standartlarına uymak için geçirdiği düşsel değişim'den başka bir şey değildi. Ancak buradaki kadın standartları, hem özenilen hem nefret edilen Batı'dan alınmış, yeni kadın imgesi Batı'yla ve kötülükle özdeşleştirilmiş, kendisine yüklediği sorumlulukları kaldıramayan Osmanlı erkeği çareyi hem suçu kadına atmakta hem varolmayan bir erkek tipi yaratmakta bulmuştu.

Cumhuriyet'in yeni erkek tipi

Cumhuriyet'in ilanından sonra birkaç farklı erkek portresi çizilir. Bir yanda Osmanlı romanındaki erkek ve kadın kimliklerini devralıp masum, duygulu, kırılgan erkek imgesini sürdüren Reşat Nuri, Peyami Sefa, Salahaddin Enis gibi yazarlar yer alırken, öte yanda Cumhuriyetin yeni erkek tipini tarif eden romanlar yaygınlaşmıştır ki, bu tip pek çok değişim geçirse bile etkileri günümüze kadar uzanan erkek imgesinin kaynağıdır.
'Kemalizm Osmanlı toplumunda güvenilirliğini ve otoritesini yitirmiş olan erkek hakimiyetine yeniden işlerlik kazandırmak için erkekliği tanımlayan en eski esaslara, askerlik ve mücadele yeteneğine başvurmuştu. Milletin kurulmasında işlevini hakkıyla yerine getiren bu hakimiyet biçimi, şimdi yeniden geçerliğini yitiriyor, erkeğin toplumsal hakimiyetinin uygulama mekanizmaları, bir kez daha ve değişik unsurlarla temellendirilerek düzenlenmesi gerekiyordu'. Bu unsurların başında kuşkusuz ulusun inşasındaki toplum rehberliği geliyordu. Yakup Kadri, Aka Gündüz, M. Ş. Esendal gibi Kemalizme bağlı aydınların romanlarından fışkıran Cumhuriyet yurttaşı ortak bir idealin hizmetinde, bireysel mücadeleden daha yüce bir mücadele içerisinde tanımlanmış, ailesine, ülkesine, işine karşı sorumluluklarının bilincinde, hem geleneklerine bağlı hem modern bir erkekti. Bir önceki dönem modernleşmesinin zararlı, erkeği kastrasyona uğratan etkileri bu yeni erkeğin yüklendiği aşkın görevlerle giderilmişti. Cumhuriyet modernleşmesinin ne göğüslü ne kalçalı, gri tayyörlü, fötr şapkalı ve makyajsız yüzlü cinsiyetlerinden arındırılmış kadınları toplumsal hayata davet edilmelerine rağmen, erkeklerin onlara biçtiği annelikle yurttaşlığı sentezleyen rolleri gereği ürkütücülüklerini kaybetmişlerdi.

‘Aydın'dan idevrimci’ kahramana

Cumhuriyetin halkçılık, eşitlik, inkilapçılık gibi ideallerinin sınırlarına çok çabuk ulaşılmış, bu sınırların darlığı anlaşılır anlaşılmaz toplumcu bir edebiyat filizlenmiştir. Ifadesini 'köy romanlan' kanonunda bulan bu edebiyatın farklılığı edebiyata kırsal kesimden erkekleri de taşımasıdır. Ancak kırsal kesim erkekleri, gözünü her zaman kentli küçük burjuva aydına diken yazarlarımız için genellikle olumsuz örneklerdir. Cumhuriyetin sorumlu yurttaşının yerini Kemalizmin eksik kalan projesini tamamlamaya soyunan tam teşekküllü Cumhuriyet aydınının aldığı bu romanlardaki aydın tipleri her türlü zorluğa göğüs geren, onurlu, ideal sahibi ve kurtarıcı misyonunu yüklenmiş erkeklerdir ki, bu bizi bir kez daha mitolojiden beri sıklıkla yinelenen evrensel erkek değerlerine gönderir. Kuyucaklı Yusuf ya da İnce Memed gibi soylu eşkiyalar da farklı hikayelerle aynı imgeyi üretirler. Yalnızlık paydasında birleşen bu erkek aydınları yoldan çıkarmak için kurulan tuzaklarda kadınların kullanılması her ne kadar bu yeni erkek tipi kadınlara kanmayacak kadar irade sahibi olsa bile geleneksel korkuların bilinçaltında canlılığını hâlâ korudu'ğunun kanıtıdır.

Taklidi Mayk Hammer’lar

Merkezine aydınların yerleştiği romanlarla Türkiye'de büyük okuyucu bulan Mayk Hammer polisiyelerinin aynı dönemde buluşması rastlantı değildir. Çünkü, şiddetin gücü ve hayatın ahlaksal çürümüşlüğü yüzünden maruz kalınan irili ufaklı binlerce aşağılanmanın kefaretini bu durumun sorumlularına ödeten Mayk Hammer, 1950% yılların ekonomik, siyasal ve toplumsal bunalımlarının gayri  meşru çocuğu olarak inmiştir yeryüzüne; benzer bunalımları yaşayan her toplumda her erkeğin olmak istediği evrensel kahraman tipidir o. 'Yüksek' edebiyatın köye giden aydını ile popüler kültürün karanlık sokaklarda dolaşan dedektifi, çok farklı kültürlerden gelip çok farklı ideoloilerle yazılsalar da, erkeklik paydasında örtüşürler. Kaldı ki, kadınların Mayk Hammer'in önüne seriliveren dişiliklerinden başka bir değer taşımadığı bu şiddet yüklü polisiyeler Türk erkeklerince çok daha yerli ve "gerçeklikten daha fazla gerçek' bulunmuş, yerli yazarlar tarafından yüzlerce taklidi üretilmiştir.

Kemalist aydının akrabası

Edebiyatımızdaki kurma, kurtarma ve aydınlatma misyonları ile donatılmış son erkek tipi, toplumsal hayata Kemalist aydının yakın akrabası olarak adım atan devrimci kahramanlardır. Devrimci gençlerin somut varoluşları ile '70'li yıllarda edebiyata yansıyışlan arasında ciddi farklılıkla olsa da, kadın ya da erkek bu gençlerin 'erkekliği' apaçıktır. Sosyalist hareketin mücadele anlayışından ve iktidar perspektifinden gelen öncü, savaşçı, baş eğmez, fedakar, onurlu ve ideallerine bağlı militan tipi, evrensel erkek imgesinin bir başka üretimidir. Ancak devrimci hareketin Osmanlıdan bu yana tarih sahnesine çıkmış siyasi akımlardan önemli bir farkı vardı. Kadın ve erkek hiç değilse teorik düzeyde tartışma götürmez bir biçimde eşit kabul ediliyor, kadınlara mücadele içinde aktif roller yükleniyor ama önderliği her zaman erkekler yürütüyordu. Sıcak mücadele içinde halk desteğini yitirmemek adına sorunun çözümü sosyalizmin kurulacağı günlere havale edilmişti...

İdealize edilen devrimci tipi

Sosyalist hareketin asıl çelişkisi kadın erkek ilişkilerini ve erkek kimliğini yeniden tanımlarken düştüğü çelişkidir. Karşısına aldığı burjuvazinin değerlerini 'yoz' bulup red ederken halk değerlerine sahip çıkılması geleneksel kurum ve değerlerin ufak tefek değişikliklerle sahiplenilmesine neden olmuştu; Paris Komünü ve Ekim Devrimi günlerinde komünistlerin ortadan kaldırmaya çalıştıkları geleneksel aile kurumu ya da cinsel yasaklar, Türkiye sosyalist hareketinin koruması altındaydı. Bu durumda 'sosyalistler, yeni erkeklik modelini, geleneksel erkek kimliğine hakim olan dürüstlük, sadakat, cesaret gibi modernlik öncesi sıfatlar üzerine oluşturmaya mahkum kalıyorlardı. Geleneksel değerler üzerine inşa edilmiş bu erkek modeline bağlılıklan ile sosyalistlerin burjuva yaşamına has kadın erkek ilişkilerine önerdikleri alternatifler, modernleşme öncesine ait, mülkiyet duyguları, hakimiyet ve şiddetle ifade edilen ilişkilerin yeniden gündeme getirilmesinden ibaret kalıyordu'. Bütün bu kimlik ve ilişkilerin romanlara oldukları gibi, üstelik devrimci kahraman tiplerinin idelize edilerek yansıması, toplumdaki erkek imgesi üzerinde bir uzlaşma olduğunun açık bir ifadesidir.

Günümüzün erkek tipleri

Buraya kadarki genellemelerimizi romanımızın kanonlaşmış, bir başka deyişle 'yüksek' örnekleri üzerinden yaptık. Oysa, aynı süreç içerisinde popüler türlerde özellikle tarihi romanlarda ve polisiyelerde karşılaştığımız erkek tiplerinin ve onların kadınlara ilişkin tavırlarının büyük okuyucu kitlesi göz önüne alındığında çok daha arzulanır olduğu unutulmamalıdır. Bu tavırlar günümüzün 'maço' tavırlarıyla birebir uyumludur. Öyleyse, erkeklerin kamusal alanda tarif edilen, üzerinde uzlaşılan kimlikleri ile gerçekte olmak istedikleri kimlik arasında bir yarılma tesbitinde bulunabiliriz.
Bu yarılma '80 sonrasının değişen değerler bütünü içerisinde bir miktar giderilmiş görünüyor. Toplumsal görevlerin yerine bireyselliği, aşkın yerine cinselliği, fedakarlığın yerine bencilliği, kanaatin yerine tüketimi, mahrem hayatın gizliğinin yerine ifşa etmeyi koyan yeni kültürel iklimin özgür erkekleri sorumluluk sahibi aydın rollerini terk ediyorlar. Hegomonik söylemini ve özneliğini borçlu olduğu sembolik sermayenin yitirilmesi, yani sorumlu, kurucu, öncü, aydın kimliğinin terk edilmesi, erkeklerin iktidar pozisyonlarından vaz geçtikleri anlamına gelmiyor elbette. Hegemonyanın artık geçerliğini yitiren eski uygulama mekanizmaları, küreselleşmenin kültürel etkilerini de kapsayacak biçimde yeniden düzenleniyor, yeni fantazyalar kuruluyor. Artık bizim toplumumuzda erkeğe iktidarını veren şey, sembolik değil somut sermayesidir; maddi gücüdür. Böylece saygın bir iş, saygın bir mevkii, rekabet, para, ev, araba, şık giysiler, güzel sevgililer, yurt dışı seyehatleri gibi motiflerle zenginleşen yeni bir erkek söylemi yaygınlaşıp normalleşirken karşılığını romanlarımızda da buluyor.

Euro erkekler

Türkçe yazılan romanlardaki 'yükselen kendi hayat standartlarının garantiye alınmasını Türkiye'deki ekonomik düzelmenin ve demokrasinin tek ölçütü olarak gören', tahsil ve meslek vasıflanyla, tüketim ölçüleriyle, adabı muaşeretiyle, kültürel ilgileriyle, güneşten bronzlaşmış tenleri, uzun boylu, geniş omuzlu, sportif yapılı vücutları, bakımlı saçları, sakalsız / bıyıksız sinekkaydı traşlanyla 'euro erkekler' ya da 'beyaz türkler', yeni bir evrensel erkek tanımının yerel temsilcileridir. Kapitalist sistemin ruhu para ise eğer, para her şeyin ölçütü ise, bu yeni roman kahramanları bugüne kadar kurgulanmış erkek tipleri arasında hegomonyaları eri meşru olanlardır.
Kısıtlı yerimiz nedeniyle genellemelerle ilerlememiz farklı erkek tipleri üzerinde durmamızı engelledi. '80'in yenilgisi ile kolu kanadı kırılmış, yalnız kalmış, duygulu, iktidar talebi olmayan, aşkı arayan küçük burjuva entelektüel erkekler de sıklıkla işleniyor. Kadın hareketlerini güçlendiği, feminist söylemin taraftar topladığı, kadının cinsel özgürlüğünü pratikte de yaşadığı günümüzde ortaya çıkan erkekliğin bu yeni halini de, ne yazık ki yine 'erkekliğin, kadın standartlarına uymak için geçirdiği düşsel değişim' içinde değerlendiriyorum.
Romanlardan çıkardığım bütün bu erkek tiplerinin roman sonlarındaki ortak yazgısı mutsuzluktur. Osmanlı erkeği çıldırır ya da ölür, Cumhuriyetin sorumlu yurttaşı ya da Kemalist aydın devrimin önündeki engellere takılır, devrimci kahramanın akibeti ölüm, işkence ve hapishanedir, yeni erkek tipleri ise rekabetçi toplumda terkedilmişliğin yalnızlığı içerisindedir. Öyleyse genel bir erkeklik durumundan söz edebiliriz; erkekler kimliklerine yazılı 'esas oğlan' rollerini oynamakta güçlük çekiyorlar. Belki de bu nedenle Yeşilçam'ın yardımcı karakter oyuncularını ya da komedi artistlerini daha çok seviyoruz..!

 

Milliyet Sanat Ekim 2004