Dön Geri Bak
Yazar: Zafer Kalfa • Eklenme Tarihi: 03.05.2006 • Görüntüleme: 6.125
Özet:
Doğru; sanatçı ve halk arasında bir çatışma var. Oysa bu çatışma gâh proleterci siyasi kesimlerce, gâh burjuva sanat tüccarlarınca menfaat aracı haline getirilmeseydi inanın bana, sanatçı ve halk kardeşçe geçiniyor, tüm anlaşmazlıklarına rağmen aşıklar gibi sevişiyor olacaklardı.
Kelimeler:
sanat, halk, burjuva, sanatçı, modern, toplumcu, soyut, marksist, modern sanat, halk sanatı, toplumcu sanat, modern sanatçılar, modern sanatçı, burjuva sanat
EVRENSEL YALAN
(…)
(Cimaise,3 Ocak 1954)
Doğru; sanatçı ve halk arasında bir çatışma var. Oysa bu çatışma gâh proleterci siyasi kesimlerce, gâh burjuva sanat tüccarlarınca menfaat aracı haline getirilmeseydi inanın bana, sanatçı ve halk kardeşçe geçiniyor, tüm anlaşmazlıklarına rağmen aşıklar gibi sevişiyor olacaklardı.
Burjuva sanat tüccarlarının sanatı halktan koparma çabası esasen siyasî-kültürel bir meseledir; Batı’da asırlardan beri, birçok alanda halkın içinde kopukluklar, ayrımlar vardır. Bunun sebebi bazen Darwin’ in “ırkların eşitsizliği” kuramı, bazen de para bakımından zenginlerin kendilerini her bakımdan üstün görme kibirleridir. Sayısız ilkel kavim sırf bu sebeplerden katledilmiş ve onların anıtsal sanat eserlerine Batılı bilim adamları tarafından ambargo konmuştur. Çağlar ilerledikçe kimi zaman kilise, kimi zaman da aristokrat sınıf, sanatı halktan koparmaya çalışmıştır. Dahası bu adamlar, halkın ürettiğini sanat olarak görmeyerek sanata yeni ve kendilerince bir tanım da getirmişlerdir. Burjuva, kendine özel bir sanat yaratmıştır. Gerisini dışlamıştır. Mağara duvarlarına çizilen boğa desenlerinden tutun da Kızılderili kabilelerinin totemlerine kadar halk ürünü olan her eser burjuva sanat tacirlerince “kaba” oldukları gerekçesiyle göz ardı edilmiştir.
Halbuki, bir çok modern ressam ve heykeltıraş, ilkel kavimlerin eserlerine pek alâ sanat eseri gözüyle baktılar. Hattâ bugün dünya sanatına adını altın harflerle yazdıranların çoğu, ilhamlarını saf ve ilkel olandan aldılar. Daha ileri gidip halk sanatının değil akademik sanatın kaba olduğunu ileri süren modern sanatçılar oldu. İlkel sanattan övgüyle söz eden sanatçılar bu nedenle, başta Paris olmak üzere birçok Avrupa kentinde yıllarca aç gezdiler. Burjuva, sadece ilkel kavimleri değil ilkel kavimleri öven sanatçıları da dışladı. Elbette dışladıkları bu sanatçılar ölünce onların heykellerini diktiler (Buradan da anlarız ki; sanatçının öldükten sonra değer kazanması bir Batı geleneğidir!). Özellikle teknolojik gelişmelerin hız kazandığı 20.asır başlarında, sanatçıların halk kültürüne ve ilkel sanata daha da ilgi duyduğu görülür. Aynı dönemde, Türkiye’de de Bedri Rahmi Eyüboğlu, var gücüyle halk sanatını savunmaya ve kilimleri, eşarpları, testileri, sepetleri incelemeye başladı. Kaldı ki Trabzonlu Bedri Rahmi, akademik bilgi bakımından da kusursuz denebilecek bir birikime sahipti. Buna rağmen, hem resimlerinde hem de şiirlerinde yalınlığı ve ilkelliği seçti. Demek ki, sanatçı, kendi iradesiyle burjuva tüccarlara ve burjuva sanata karşı tavır almayı akıl etmişti. Modern sanatçı, modernizmden zaten tiksiniyor ve yerelliğin, saflığın peşine düşüyordu. Burjuvanın ve kilisenin dayattığı gerçekçi üsluba karşılık yerelliğe yönelen modern sanatçı, karşısında neyi buldu biliyor musunuz? İnanması çok güç ama bugün halkın şikâyet ettiği soyut ve soyutlama tarzı resimleri… Bugün modern sanat olarak anılan tüm çarpıtılmış, soyutlanmış, nesnel gerçeklikten uzak eserlerin kaynağı aslında modernizm değil tam anlamıyla ilkelliktir. İnanmazsanız, asırlar önce çizilen mağara duvarı resimlerine bakın! İnanmazsanız, Orta Asya Türklerinin deri üzerine işlediği, kilimlere dokuduğu motiflere bakın. Hiçbirinde şekil bakımından doğaya benzerlik görmezsiniz. Hepsi birer soyutlamadır. Kızılderili maskelerine bakın ; hiçbiri doğanın taklidi değildir. Engin bir yorum, sonsuz bir hayal gücü vardır onlarda. Bugün, halkı ve halk sanatını dışlayan akademiler, aslında halk sanatından ve ilkel değerlerden beslenmektedirler. Hani, bugünün soyut resimlerini gören halk, onları anlamadığını söylüyor a; aslında soyut sanatın çıkış noktası zaten halk sanatıymış.
Burjuva sanat tüccarlarının sanatı halktan koparma çabası esasen siyasî-kültürel bir meseledir; Batı’da asırlardan beri, birçok alanda halkın içinde kopukluklar, ayrımlar vardır. Bunun sebebi bazen Darwin’ in “ırkların eşitsizliği” kuramı, bazen de para bakımından zenginlerin kendilerini her bakımdan üstün görme kibirleridir. Sayısız ilkel kavim sırf bu sebeplerden katledilmiş ve onların anıtsal sanat eserlerine Batılı bilim adamları tarafından ambargo konmuştur. Çağlar ilerledikçe kimi zaman kilise, kimi zaman da aristokrat sınıf, sanatı halktan koparmaya çalışmıştır. Dahası bu adamlar, halkın ürettiğini sanat olarak görmeyerek sanata yeni ve kendilerince bir tanım da getirmişlerdir. Burjuva, kendine özel bir sanat yaratmıştır. Gerisini dışlamıştır. Mağara duvarlarına çizilen boğa desenlerinden tutun da Kızılderili kabilelerinin totemlerine kadar halk ürünü olan her eser burjuva sanat tacirlerince “kaba” oldukları gerekçesiyle göz ardı edilmiştir.
Halbuki, bir çok modern ressam ve heykeltıraş, ilkel kavimlerin eserlerine pek alâ sanat eseri gözüyle baktılar. Hattâ bugün dünya sanatına adını altın harflerle yazdıranların çoğu, ilhamlarını saf ve ilkel olandan aldılar. Daha ileri gidip halk sanatının değil akademik sanatın kaba olduğunu ileri süren modern sanatçılar oldu. İlkel sanattan övgüyle söz eden sanatçılar bu nedenle, başta Paris olmak üzere birçok Avrupa kentinde yıllarca aç gezdiler. Burjuva, sadece ilkel kavimleri değil ilkel kavimleri öven sanatçıları da dışladı. Elbette dışladıkları bu sanatçılar ölünce onların heykellerini diktiler (Buradan da anlarız ki; sanatçının öldükten sonra değer kazanması bir Batı geleneğidir!). Özellikle teknolojik gelişmelerin hız kazandığı 20.asır başlarında, sanatçıların halk kültürüne ve ilkel sanata daha da ilgi duyduğu görülür. Aynı dönemde, Türkiye’de de Bedri Rahmi Eyüboğlu, var gücüyle halk sanatını savunmaya ve kilimleri, eşarpları, testileri, sepetleri incelemeye başladı. Kaldı ki Trabzonlu Bedri Rahmi, akademik bilgi bakımından da kusursuz denebilecek bir birikime sahipti. Buna rağmen, hem resimlerinde hem de şiirlerinde yalınlığı ve ilkelliği seçti. Demek ki, sanatçı, kendi iradesiyle burjuva tüccarlara ve burjuva sanata karşı tavır almayı akıl etmişti. Modern sanatçı, modernizmden zaten tiksiniyor ve yerelliğin, saflığın peşine düşüyordu. Burjuvanın ve kilisenin dayattığı gerçekçi üsluba karşılık yerelliğe yönelen modern sanatçı, karşısında neyi buldu biliyor musunuz? İnanması çok güç ama bugün halkın şikâyet ettiği soyut ve soyutlama tarzı resimleri… Bugün modern sanat olarak anılan tüm çarpıtılmış, soyutlanmış, nesnel gerçeklikten uzak eserlerin kaynağı aslında modernizm değil tam anlamıyla ilkelliktir. İnanmazsanız, asırlar önce çizilen mağara duvarı resimlerine bakın! İnanmazsanız, Orta Asya Türklerinin deri üzerine işlediği, kilimlere dokuduğu motiflere bakın. Hiçbirinde şekil bakımından doğaya benzerlik görmezsiniz. Hepsi birer soyutlamadır. Kızılderili maskelerine bakın ; hiçbiri doğanın taklidi değildir. Engin bir yorum, sonsuz bir hayal gücü vardır onlarda. Bugün, halkı ve halk sanatını dışlayan akademiler, aslında halk sanatından ve ilkel değerlerden beslenmektedirler. Hani, bugünün soyut resimlerini gören halk, onları anlamadığını söylüyor a; aslında soyut sanatın çıkış noktası zaten halk sanatıymış.
***
Halka ve halk kültürüne uzak sanılan soyut ya da soyutlamacı sanatın aslında tamamen ilkel halk kavimlerince üretildiğini üstüne basa basa belirttik. Asya Türklerinin deri üzerine çizdiği, Anadolu halkının kilimlere işlediği, Kızılderililerin totemleştirdiği motif ve desenlerin soyut denilen sanata yol açan unsurların başında geldiğini söyledik. Dahası, bu gerçeğin yüzyıllarca -hattâ halâ bilinmediğini ve halkın trajik bir biçimde öz sanatından koptuğunu vurguladık. Biçimleri bozmayı, doğayı yorumlamayı ve soyutlamayı ilk keşfedenin akademiler değil eski çağların yabanileri olduğunu görüyoruz.Buna rağmen, halk, soyut sanatı ya da tabiat taklidinden uzak (soyutlama) eserleri bugün neden anlamıyor, onları neden beğenmiyor? Şimdi, buna da inanmayacaksınız ama halkın, zaten halk sanatı olan soyutlamadan yani kendi ürettiği, öz sanatından hoşlanmıyor olmasının nedeni proleterci siyasî kesimin “halkçı sanat” adını verdiği dayatmadır. Ne kadar karışık değil mi? Ve inanması ne kadar güç?.. Proletercilerin övdüğü toplumcu sanat aslında düpedüz saf toplumların sanatının ve yerel değerlerin zıttıdır. İşte, size koca bir yanılsama daha…(galat-ı lügat değil,düpedüz yanılsama bu)
Proleter (işçi sınıfı) savunucuları, modern sanatçıları anlaşılmaz, soyutlanmış eserler üretmekle suçlayıp onlardan gerçekçi, doğa taklidine dayanan eserler üretmelerini isterken aslında halk sanatına en derin darbeyi vurmuşlardı. Çünkü çağlar boyunca hiçbir halkın sanatı doğa taklidine dayanmamıştır.
Bütün halklar, tabiat gerçeğinden uzak, soyutlama eserler üretmişlerdir. Anadolu kilimlerindeki motifler ile bugünkü halkçıların dayattığı toplumcu sanat -meselâ G.Courbet; birbirine hiç benziyor mu, bir bakın! Afrika kabilelerinin yaptığı maskeler ile güyâ halkı savunanların dayattığı toplumcu- gerçekçi sanat birbirine hiç benziyor mu bir bakın! İlkel, köylü ve işçi halkın öz sanatına en uygun sanat –belki soyut değil ama soyutlamadır. Marksizm’in dayattığı benzetmeci ve gerçekçi üslubun hiçbir devirde halk sanatında yeri olmamıştır. Oysa bugün, “halk için sanat” propagandasını en çok Marksistler yapmaktadır. Çelişkiye bakınız! Proleter siyasî kitlelerin savunduğu halk sanatı –bilerek ya da bilmeyerek ama doğrudan doğruya kapitalist- burjuva sınıfının sanatıyla özdeştir. Saraylı burjuvanın istediği gerçekçilik ile bugünün Marksist- gerçekçi sanatı aynıdır. Alın, size halk düşmanı halkçılar. Oysa teknolojiye meydan okuyan modern sanatçılar ile saf halk arasındaki şu muazzam uyuma bakın.
Proleter- siyasî kesimin toplumcu (Marksist) sanat dayatması halktaki tüm hayâl gücünü, yorum kabiliyetini öldürmüştür. Yetmezmiş gibi bu sözde halkçılar, halkın estetik değerlerine en uygun sanatı yapan dışavurumcuları, soyutlamacıları sırf tabiatı taklit etmiyorlar diye dışlamışlardır. Ne büyük bir hata!..ne büyük bir yanılgı! Şayet bugün, bir köylü veya bir işçi sanattan anlamıyorsa bunun en büyük nedeni proleter- solcu yani kendini halkçı diye tanımlayan kişi ve topluluklardır. Marksizm ve Marksist sanat savunucuları, iyi niyetle düşünmüş ama bu iyi niyetlerinin tam tersi istikamette davranmışlar ve halkların öz sanatlarını ellerinden almış, parçalamış, yok etmişlerdir. Sonuçta bugün, sıradan halk, gerçekçi olmayan bir resimden anlamadığında da sanatçıyı ukalâlıkla suçlama gafletine düşmüştür. Oysa ki ukalâlıkla suçladığı o sanatçı, ona yani halka uzun zaman önce unuttuğu gerçek ve buram buram halk kokan sanatı sunmaktadır. Doğu’da ya da Batı’da figürleri çarpıtan, abartılı ya da sadeleştirilmiş çizimler yapan bütün ressamların ilham kaynağı Moğolların motifleri, Kızılderililerin şemaları, ilkel dönem Nijeryalılarının heykelleri olmuştur.. Hiçbiri, Avrupa akademilerinden aldıklarıyla deha noktasına varmamışlardır. Fakat ne tuhaftır ki, dün ilkel halkları dışlayan Avrupa akademileri bugün ilkellerin değerlerini sanata taşırken, toplumcu sanat savunucuları, burjuvaziye hizmet ettiklerinin farkında değiller.
***
Demek ki sanatçı ve toplum arasındaki bu uyuşmazlık tamamen sunîdir. Bugünün ressamı, ancak akademilerde öğrenebildiği abartma (deformasyon), sadeleştirme (sitilizasyon), soyutlama üsluplarını borçlu olduğu ilkel, köylü halkı nasıl olur da sanattan anlamamakla suçlar? Demek ki halk, kendi ürettiği sanata yabancılaşacak kadar yanlış yönlendirilmiş. Bir de, demek ki sanatçı öyle bir bunalmış ki halka karşı gerçekten ukalâ olmuş. Haklı olarak :“İşte, sizin halkınız. Onlar,Televole ve popstar seyrediyor. Onlar için mi sanat yapayım!” deme noktasına gelmiş. Gerçek sanatçının ve gerçek halkın haberi dahi yokken birileri sanatı, birileri de halkı kendi menfaatlerine göre şekillendirmeye çalışınca dünyanın en güzel ve en gerekli yarenliği olan sanatçı- halk ilişkisi amansız bir çatışmaya dönüşmüş. Bugün, dünyaca ünlü şair Mevlâna’yı bu noktaya getiren O’nun belli bir noktadan sonra tamamen saflığa ve sadeliğe yönelmesidir. Aynı şekilde, 19. asırda tüm Avrupa’yı sarsan Arthur Rimbaud’ yu bu güce eriştiren de şairin neredeyse barbarlaşana kadar doğallığa ve yerelliğe meyil vermesidir. O halde, bir günümüz şairi, Akçaabat minibüslerindeki özlü sözlere bakıp da bunları küçümseyebilir mi? Halk, şiirden anlamıyor, diyebilir mi? Bunu derse mahcup olur çünkü Akçaabat minibüsünün tamponundaki özlü sözün bir benzerini dünyaca ünlü bir şairin kitabında da görebilir. Şunu da söyleyelim; soyutlamacı sanatı burjuva ürünü ve halk düşmanı olarak niteleyen Marksist ekol, neden işte ,bu minibüslerde cama, kapıya, tampona yazılan dizeleri derlemiyor? Çünkü bu sözde halkçılar, halk sanatındaki derinliği görebilecek kadar derin düşünemiyorlar. Soyutlamacı ressamları burjuvaya hizmet emekle suçlayan proletercilere şunu sormak da mümkün: Siz, hiç açlıktan ölen bir burjuva ressamı gördünüz mü? Marksist-Toplumcu sanatın gerçekçiliğinden uzak duran bütün ressam ve şairler her nedense açlıktan öldüler de halkçı sendikacı başkanların hiçbiri aç kalmadı.
Halk, şunu iyi bilmeli: o anlamadığını sandığı sanat aslında onun öz mü öz, kendi toprağının sanatıdır. Kocaman kocaman gözler, yamuk yumuk vücutlar… bunlar halkın ürettiği sanatın ta kendisidir. Bir bilirkişi çıksın ve 20.asır soyut ressamının-meselâ P.Klee’nin yaptığıyla Kızılderili kabilelerine ait kilimleri karşılaştırsın; büyük benzerlik bulacaktır. Bu bilirkişi, 18.asır burjuva ressamının resmiyle ona ters ideolojideki Marksist ekolün resmini de karşılaştırsın; aynı olduğunu görecektir. Temel fıkralarındaki keskin zekâyı göremeyenler, uzman bir sosyologun kitaplarını da boşa okumaktadırlar.
Uzun lafın kısası, asırlık bir aldatmacanın ağına düşülmüş durumdadır. Ortada evrensel bir yalan vardır. Modern sanatçılar, yıllarca akademilerde aradıklarını Anadolu’nun bir köyünde en alâsıyla bulabilirler; yeter ki bakmayı bilsinler. Modern sanatı anlaşılmaz bulan halk da kendi geçmişine dönsün ve dehalara ilham kaynağı olan değerlerin aslında kendisine ait olduğunu bilerek sanatla küslüğüne son versin. Elbette bunların olabilmesi için ilk önce burjuva ve burjuva akademileri, iki asırdır gizledikleri gerçeği ortaya koyacaklar. İtirafta bulunacaklar ve diyecekler ki: Biz, aslında ne bulduysak saf halkın estetiğinde bulduk!
Sonra ise proleter siyasîler, toplumcu sanat propagandasını ve dayatmasını bırakacak ve bilecekler ki toplumcu sanat sandıkları tarz halkın değer ve estetiğine taban tabana ters bir biçime sahiptir.
Yani, halkı ve sanatçıyı rahat bırakırlarsa onlar kendi içlerinde gayet iyi anlaşacaklar. Aynı okuldan mezunlar…
Zafer KALFA
Sanatçı ve toplum arasında asırlardır süren çatışmanın doruğa ulaştığı dönemde, bir sanatçı, bir işçi sendikacısına işte böyle yazıyor mektubunda.
Picasso ve Matisse’ in parayla kepazelik yaptığını söylüyorsun. Oysa Picasso ve Matisse şimdi birer ihtiyarlar ve 40 yaşlarına kadar da açlıktan geberdiler. Bir Picasso ile bir Matisse' in başarıları Renault ya da Ford gibi işçilerin başarıları kadar ender başarılardır. Bunlar bana kepazelik gibi değil, kalabalıkların yoksul sanatçıları küçümseyişlerinden alınmış pek hafif bir öç gibi görünüyor. Çünkü kalabalıklar, yoksulluğu sevmezler. Yığınla parası olan yıldızları alkışlarlar. Ve bu yıldızların yeteneklerine hayran olmaktan çok paranın ruhuna taparlar.
Halk, şunu iyi bilmeli: o anlamadığını sandığı sanat aslında onun öz mü öz, kendi toprağının sanatıdır. Kocaman kocaman gözler, yamuk yumuk vücutlar… bunlar halkın ürettiği sanatın ta kendisidir. Bir bilirkişi çıksın ve 20.asır soyut ressamının-meselâ P.Klee’nin yaptığıyla Kızılderili kabilelerine ait kilimleri karşılaştırsın; büyük benzerlik bulacaktır. Bu bilirkişi, 18.asır burjuva ressamının resmiyle ona ters ideolojideki Marksist ekolün resmini de karşılaştırsın; aynı olduğunu görecektir. Temel fıkralarındaki keskin zekâyı göremeyenler, uzman bir sosyologun kitaplarını da boşa okumaktadırlar.
Uzun lafın kısası, asırlık bir aldatmacanın ağına düşülmüş durumdadır. Ortada evrensel bir yalan vardır. Modern sanatçılar, yıllarca akademilerde aradıklarını Anadolu’nun bir köyünde en alâsıyla bulabilirler; yeter ki bakmayı bilsinler. Modern sanatı anlaşılmaz bulan halk da kendi geçmişine dönsün ve dehalara ilham kaynağı olan değerlerin aslında kendisine ait olduğunu bilerek sanatla küslüğüne son versin. Elbette bunların olabilmesi için ilk önce burjuva ve burjuva akademileri, iki asırdır gizledikleri gerçeği ortaya koyacaklar. İtirafta bulunacaklar ve diyecekler ki: Biz, aslında ne bulduysak saf halkın estetiğinde bulduk!
Sonra ise proleter siyasîler, toplumcu sanat propagandasını ve dayatmasını bırakacak ve bilecekler ki toplumcu sanat sandıkları tarz halkın değer ve estetiğine taban tabana ters bir biçime sahiptir.
Yani, halkı ve sanatçıyı rahat bırakırlarsa onlar kendi içlerinde gayet iyi anlaşacaklar. Aynı okuldan mezunlar…
Zafer KALFA
Sanatçı ve toplum arasında asırlardır süren çatışmanın doruğa ulaştığı dönemde, bir sanatçı, bir işçi sendikacısına işte böyle yazıyor mektubunda.
Picasso ve Matisse’ in parayla kepazelik yaptığını söylüyorsun. Oysa Picasso ve Matisse şimdi birer ihtiyarlar ve 40 yaşlarına kadar da açlıktan geberdiler. Bir Picasso ile bir Matisse' in başarıları Renault ya da Ford gibi işçilerin başarıları kadar ender başarılardır. Bunlar bana kepazelik gibi değil, kalabalıkların yoksul sanatçıları küçümseyişlerinden alınmış pek hafif bir öç gibi görünüyor. Çünkü kalabalıklar, yoksulluğu sevmezler. Yığınla parası olan yıldızları alkışlarlar. Ve bu yıldızların yeteneklerine hayran olmaktan çok paranın ruhuna taparlar.